31 Aralık 2010 Cuma

İyi yıllar, yeni umutlar

Merhaba arkadaşlar hepinize iyi yıllar diliyorum. Umarım 2011 herkes için güzel bir yıl olur. Yeni yılda herşey gönlünüzce olsun. Bol bol gezin, güzel yerler görün, sevdiklerinizle bolca vakit geçirin, keyiflenin, eğlenin, başarılı olun. Üzüleceğiniz zamanlarda olacaktır, umarım bu üzüntüler mutluluklarınızın önüne geçmez. Umutlarınız bitmesin, yenileri var olanlara eklensin. Hayaller kurun, gerçekleşmesi için çaba harcayın.

2011'de de görüşmek dileğiyle. İyi yıllar, yeni umutlar diliyorum.

28 Aralık 2010 Salı

2010'a dair

Klişe bir sözle başlıyorum: koca bir yılı daha geride bırakıyoruz. Ama hakikaten öyle, en azından benim için gerçekten öyle. Ne çok şey oldu iki bin on'da.

Evli olmanın tadını çıkardık. Arkadaşlarımızla bol bol görüşmeye çalıştık. Bir kısmını kahvaltılara çağırdık. Sedumlarla dolu bir balkonum oldu. Doğadan topladığım tohumların yeşermesine ve fidan olmasına tanık oldum. Yıldız Anne'nin Çubuk'taki bahçesine sebze fideleri ve çiçekler ektik. Dalından domates, biber, fasulye, erik, dut topladım.

Emre ile birlikte yürütmekte olduğumuz proje kapsamında bu yıl bir bozayı daha yakaladık ve tasmaladık. İnsan-ayı çatışmasına dair bir koca çalıştay düzenledik, bakanlığın ve dernekteki arkadaşların katkısıyla. Gürcistan'daki 19. ayı konferansında birkaç sunum, bir çalıştay ve gösterişli bir standla boy gösterdik. Hem batı Karadeniz'e hem de doğu Karadeniz'e gidip geldik. Yeni bir proje hazırladık ve kabul edilmesine tanık olduk. Gazetecilere projeyi anlatırken ne kadar marjinal bir iş yaptığımızı bir kez daha hatırladım. Proje için gidip-geldiğim geziler boyunca hem evimi hem eşimi özlemenin ne güzel bir şey olduğunu düşündüm. Her bulunduğum yerin, cebimdeki makinayla hızlıca fotoğrafını çekip hatıralardaki ve arşivdeki yerini almasını istedim.

Semiha ile Macaristan'daki karayolları ve peyzaj parçalanmasıyla ilgili bir kongreye katıldık, poster sunumla Türkiye'deki durumu özetlemeye çalıştık. Konu hakkında uluslararası camiada saygın birçok bilim insanıyla tanıştık. Bebeğimiz olacağını öğrendik. Bulantısıyla, böğürmesiyle, doktor kontrolleriyle çocuk sahibi olmanın ilk telaşlarını yaşamaya başladık. Bir kız çocuk sahibi olmanın hayallerini kurduk.

Pekçok dostum dernekteki pozisyonlarından ayrılıp kendilerine yeni yollar çizmeye başladılar. Kardeşim askerden döndü, kuzenim ve eski ev arkadaşım askere gitti. Semiha iş değiştirdi. Yaban Hayatı Dairesi başkanı Yaşar Bey vefat etti. Alper Abi ve Melda'nın kızları Özgü doğdu. Düğünlerine gidemedim ama kuşçu dostlarımdan Kerem ile Zeynep, Ömer ile Özlem ve kuzenim Bircan da Kerem ile evlendi. Kimi arkadaşım Çin'e, kimi İsveç'e kimi İspanya'ya gitti. Uzun mesafe aşkların ne denli zor olduğunu anlatan arkadaşlarımın yanında yeni sevgili edinenler oldu. Kuzenim Lara genç yaşında sporcu kariyerine yüzücü olarak ilerlemenin sinyallerini verdi.

Okuldan atılmanın hayal kırıklığını ama okula geri dönmenin hırsını ve azmini hissettim. Kaybettiklerimin acısını yaşayıp anılarını hatırladım. Sahip olduklarımın değerini anlayıp şükretmenin erdemini bir kez daha anladım.

Daha çok şey oldu ama ben şimdilik bitiriyorum.

Şimdi 2011'in hayalini kuruyorum. Biliyorum ki her şey güllük gülistanlık olmayacak ama yaşanmaya ve hatırlanmaya değer bir yıl olması için sadece dilemek yeterli olmayacak, çabalamak da gerekecek. Herkese mutlu mesut, umut dolu bir yıl dilerim.

22 Aralık 2010 Çarşamba

İstanbul'un Kuşları


İstanbul'un Kuşları
Sumrular Büyükçekmece Gölü nde ürüyor. FOTOĞRAF: Melih Özbek

22/12/2010 Tarihinde Radikal Hayat'ta yayınlanan yazım
Boğaziçi yüzyıllar boyunca kuşlar için önemli bir yaşam alanı ve geçiş bölgesi oldu. Boğaziçi özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında dünyanın en görkemli göçlerinden birine sahne oluyor
Nesli tehlike altında olan küçük orman kartalının, leyleklerin binlercesi her ilkbahar ve sonbaharda İstanbul Boğazı üzerinden göç ediyor. İstanbul’un simgesi olan martıların da pek çok türü var: Karabaş martı, gümüş martı, küçük gümüş martı, karasırtlı martı bunlardan bazıları. İstanbul’da Büyükçekmece Gölü’nde üreyen sumru çoğunlukla kış aylarında Boğaz’da uçarken görülebilir. Yelkovanlar da İstanbul Boğazı’nda çok sık görülen deniz kuşları.

Yelkovan 
Yelkovan kuşları İstanbul Boğazı’nda kolay görülen deniz kuşlarından. Yelkovanlar deniz seviyesinin hemen üstünde gruplar halinde uçarak balık sürülerini takip ederken görülürler. Türün üreme ve beslenme alanları büyük bir sır. Dünya Kuşları Koruma Kurumu’nun (BirdLife International) iki ortağı Doğa Derneği ve Yunan Ornitoloji Derneği ve İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu, yelkovan kuşlarının göç maceralarını izlemek üzere ortak bir proje gerçekleştiriyorlar.

Martılar 
İstanbul’da çok sık görülen martılar birbirlerine benzeseler de farklı türlerdir. İstanbul, Avrupa’nın kuzeyinde üreyip kışın rastlantısal olarak ülkemiz kıyılarında görülebilen korsan martı, büyük kara sırtlı martı, küçük martı, kara ayaklı martı gibi türlerin de izlenebildiği özel bir şehir.
Gümüş martı : İstanbul gibi deniz kıyısında bulunan büyük şehirlerde çok sık görülebilen gümüş martıların parlak sarı gagalarının ucunda koyu kırmızı bir leke vardır. Gri sırtlı gümüş martıların kanat uçları siyahtır ve ucunda beyaz benekler bulunur. Genelde kayalıklarda koloni olarak yuva yapar, çatı ve bacalarda ürerler.
Karabaş martı : İstanbul’da özellikle kış aylarında görülen bu tür, hızlı ve çeviktir. Vapurlardan atılan simitleri havada yakalayabilen karabaş martının gözünün gerisindeki koyu benek üreme döneminde genişleyerek başın tamamını kaplar. Karabaş martı adını buradan alır.

Leylek 
Uzun beyaz boyunları ve gövdeleri, siyah kanat telekleri, kırmızı gaga ve bacaklarıyla kolayca tanımlanabilen leylekler göç dönemi gruplar halinde İstanbul Boğazı üzerinden göç ederken görülebilir. Leylekler, sazlık ve sulak alanları beslenmek amacıyla kullanırken, çatı, baca, direk ve ağaçlarda yuva yaparlar. Sulak alanların kurutulması ve yüksek gerilim hatları türü en çok etkileyen faktörler.

Sumru 
Büyükçekmece Gölü’nde üreyen sumrular, yaz aylarında boğazda uçarken görülürler. Genellikle martıyla karıştırılan sumru, ince uzun kanatları, çatal kuyruklarıyla küçük bir martıyı andırır. Üreme döneminde havuç rengi gagası ve kırmızı ayaklarıyla dikkat çeker. Gaga ucu koyu, sırtı gri ve başı ensesine kadar siyahtır. Üreme alanları çevresindeki yoğun insan faaliyetleri nedeniyle üreme kolonileri tehdit altındadır.

Küçük Orman Kartalı 
Yoğun olarak Avrupa’daki ormanlarda üreyen ve her ilkbahar ve sonbaharda gerçekleşen göç hareketlerinde İstanbul Boğazı’ndan geçen küçük orman kartallarını göç eden diğer yırtıcılarla birlikte sonbaharda Çamlıca Tepeleri, ilkbaharda ise Sarıyer sırtlarından izlemek mümkün.

Tepeli karabatak 
En kolay Kadıköy mendireklerinde tünemiş halde görülebilen tepeli karabataklar, yakın akrabaları karabataklardan kış aylarında beliren ibiği ile ayırt edilir. Şile kıyılarındaki kayalıklarda ve adacıklarda üreyen tepeli karabataklar, yüzeyden suya dalıp, balıkları kovalayarak avlanır. Su içinde derine dalabilirler.

7 Aralık 2010 Salı

Şavşat fotoğrafları ve Ahmet Haşim

Artvin-Şavşat'ta kış başlangıcı. Fotografları paylaşacağım demiştim ve işte biraz geç olsa da bölgeden bazı fotoğraflar aşağıda. Manzara böyle olunca bir de şiir ekliyorum. Bu manzaraların içinde dolandıkça hissedilenlere tercüman olur mu bilmem ama ben şiiri beğendim:

Sonbahar
Bir taraf bahce, bir tarafta dere
Gel uzan sevgilim benimle yere
Suyu yakuta döndüren bu hazan
Bizi gark eyliyor düsüncelere.
Ahmet Haşim









26 Kasım 2010 Cuma

Şavşat, Karagöl ve Hazan

İki gündür doğu Karadeniz'deyim. Belki orta ve batı Anadoluyla bütün kıyı bolgelerimizde yağışlı bir hava var. Buradaysa parçalı bulutlu serin bir mevsim yaşanıyor. Geceleriyse dişleri takırdatan bir soğuk. Ladinleri her zamanki yeşil giysilerinde görüyorsunuz, ama yaprak dökenler yapraklarını döktüğü için ladinler çok daha güzel görünüyor. Meşelerse kahverengi/sarı kuru yaprakları kısmen dallarında, solgun sarı pastel renkli peyzajın bir başka güzel ağaçları olmuş bu mevsimde burada. Dağların zirveleri ve kuzeye bakan yamaçları birkaç hafta önce yağdığı anlaşılan karın izlerini taşıyor. Belli ki birkaç hafta sonra bu engin zirveler tamamen beyaza bürünecek. Dallardaki son kuru yapraklar esecek poyrazlarla toprakla buluşacak.

Kuşların sesi pek duyulmuyor. Bazı gürültücü karatavuklarla güzel sesli kızıl gerdanlar dışında arada muhtemelen orman ağaçkakanının kısa kesik çığlığı ve tombul ispinozların tok kesik iletişim sesleri duyduğum kuş seslerinin neredeyse tamamını oluşturuyor. Bu sabah araçla giderken arabanın önünden geçen yeşil ağaçkakansa bu gezinin en göz alıcı türü oldu şu ana kadar.

Yarın buradaki son günüm, dönünce doğu Karadeniz'in hazan mevsiminden biraz daha fazla fotoğrafı paylaşacağım.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Bayram, Trakya ve kuş listesi

Güzel bir bayramdı. Trakya'da geçirdiğimiz iki gün havanın da etkisiyle oldukça keyifli geçti. Hem aile bireylerini görmek hem de Trakya'nın hafif eğimli, meşeli, karaçalılı peyzajında zaman geçirmek çok iyi oldu. Her ikisini de özlemişim. Neşeli, konuşkan, içmeyi seven güleç yüzlü akrabalar ile gözü engelleyen her hangi ani bir yükseltinin olmadığı açık, geniş, Trakya düzlükleri ferahlatıcı etkisiyle belleğimdeki yerini aldı. Bayram boyunca, hem köyde evin bahçesinden hem de kırda, bayırda dolaşırken gördüğüm ve duyduğum kuşların listesini aşağıda veriyorum. Nice mutlu bayramlara.

1-Serçe,
2-Leş kargası,
3-Küçük karga,
4-Kumru,
5-Şahin,
6-Büyük baştankara,
7-Kızıl gerdan,
8-Çıtkuşu,
9-Gökce delice,
10-Karatavuk,
11-Kınalı keklik,
12-Alakarga,
13-Çıvgın,
14-Gri balıkçık,
15-Sığırcık,
16-Tepeli toygar,
17-Alaca ağaçkakan,
18-Atmaca,
19-Küçük akbalıkçıl

14 Kasım 2010 Pazar

Bayram mesaji

Sevgili kuş gözlemcileri,
Bütün kuşçu aleminin kurban bahramını tebrik ederim :-). Umarım çok keyifli, bol kuşlu, leziz yaprak sarmalı, baklavalı ... bir bayram geçirirsiniz. Her bayram eger bir yere gidiyorsam durbunumu yanıma alır ve kusa cıkmayı planlarım. Ama cogu zaman durbunu bosuna tasımıs olurum. Bu defa oyle olmayacagını umuyorum ve kısa da olsa bayramlık bir kus listesiyle bayramı gecirmeyi umuyorum. Siz de bayramda gittiğiniz yerlerde kuş bakmayı ihmal etmeyin.

Sevgiler,

13 Kasım 2010 Cumartesi

Ömer Hayyam demiş ki

Ömer Hayyam demiş ki,
"Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek eşeği beğenir:
Hayır var sana kötü demelerinde."

21 Ekim 2010 Perşembe

Robobalık

Sualtı droidleri balinaları izliyor, kirliliğin izini sürüyor ve deniz mağaralarını haritalandırıyor.

Araştırmacılar, su altında yol alan canlıları izlemek üzere etkili bir yol bulmak için çalışarak yıllarını harcadılar. Yunusları işaretlemek ya da su örneği almak için tekne göndermek, etkili ancak hem pahalı hem de iş-yoğun bir yöntem. Şimdi daha iyi bir çözümü Washington Üniversitesi’nden Kristi Morgansen bulmuş olabilir: balinalardan kirli atıklara kadar her şeyi izlemek üzere gönderilebilecek, kendi kendine hareket eden robot balık.

Hala geliştirilme aşamasında, sözüm ona “robobalık” olarak isimlendirilen alet itme gücü olarak tasarlanmış benzersiz bir kuyruk kullanıyor, yaklaşık altmış bir santimetre boyunda ve insan tarafından yönlendirilmeden çalışmaya programlanıyor. Bu onlara bir grup hayvanı izlemek ya da sualtı kimyasal bulutlarının sınırlarını belirlemek gibi, bir robotun tek başına yapamadığı işlevleri yapabilmesine olanağı sağlıyor.

Morgansen hala engeller olduğunu söylüyor—robotun pillerini fazla zorlamayacak bir kablosuz iletişim sistemiyle başa çıkmak için çabalıyor—ancak ilerleme sağlıyor. Morgansen robotun yeni görevini çoktan tayin etmiş: bir kopek balığını takip etmek.

— Çeviri: Eray Çağlayan

Kaynak: Conservation Magazine - Vol. 9 No. 4 | October-December 2008,S 38.

Düşünceyi Okumak

Küçücük bir nöro kaydedici, hayvanlar yaşadıkları alanlar arasında yol alırken zihinsel etkinliklerini kaydediyor.

Alexei Vyssotski’nin hayvanların beyin dalgalarını izlemek için yeni bir yöntem araştırması, 2002 yılında ev güvercinlerinin (Columba livia) yönlerini nasıl tayin ettiğini anlamaya çalıştığı sırada başlıyor. Zürih Üniversitesi’nde araştırmacı olan Vyssotski, kuşların beyin etkinliklerinin yönlerini bulurken kullandıkları işaretlerle karşılaştıklarında nasıl değiştiğini görmek istemiş. Laboratuarda çalışırken elde ettiği beyin dalgalarını izlemek çok kullanışsız, bunun için serbestçe uçan kuşlara takılabilecek bir aygıta ihtiyaç duymuş.

Altı yıl sonra Vyssotski bir çözüme ulaşıyor: hayvanların çevreleriyle etkileşimleri hakkında çok önemli yeni bilgiler sağlayabilecek, kaplandan fareye her şeyi izleyebilecek kadar küçük ve taşınabilir bir yüksek teknolojik aygıt.

“Nöro kaydedici” olarak isimlendirilen cihaz yaklaşık iki gram ağırlığında ve küçücük bir hafıza kartı içeriyor. Onu kullanmak için, araştırmacılar önce hayvanı hareketsiz kılıyorlar ve sonra elektrotları, nöro kaydediciyi ve vücuduna bir yer belirleyici yerleştiriyorlar. Aygıt daha sonra, hayvan yaşam alanında hareket ettikçe beyin dalgalarının nasıl değiştiğini kaydediyor. Aygıtın pil bittiğinde araştırmacılar hayvanı tekrar yakalıyorlar, hafıza kartındaki bilgileri alıp veriyi inceliyorlar.

Nöro kaydedici, şu ana kadar güvercinler üzerinde test edildi. Şimdi, uzun mesafeli uçuşlar sırasında uyuyup uyumadığını belirlemek üzere küçük firkateyn kuşlarını (Fregata minor) da içeren çeşitli deneylerde kullanılmak üzere hazır. Vyssotski’ye göre, bu ve diğer davranışları anlamak bilim adamlarının sadece hayvanların nasıl işlediklerini görmeye değil, hangi çevresel şartların onların gelişimi için gerekli olduğunu anlamalarına da yardımcı olacak.

— Çeviri: Eray Çağlayan

Kaynak: Conservation Magazine - Vol. 9 No. 4 | October-December 2008,S 35.

İki çeviri

Society for Conservation Biology'nin Conservation Magazine'inden 2008 yılında Doğa Dergi için çevirdiğim iki konu vardı. Bu süre zarfında ne Doğa Derği tekrar yayınlanabildi ne de benim çeviriler bir yayında yer buldu. Bilgisayarın tozlu kenar file'larında duracağına burada bulunsun dedim. Belki birileri denk gelir ve okumak ister. "Düşünceyi Okumak" ve "Robobalık" başlıklarını taşıyan bu konuları sırasıyla yayınlıyorum.

25 Nisan 2010 Pazar

Saklasak da mı korusak, kullansak da mı korusak?


Saklasak da mı korusak, kullansak da mı korusak?


Saklasak-da-mi-korusak.jpg
Ardahan’daki Posof Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, turizm amaçlı da kullanılabilir.
25/04/2010
Günümüzde Türkiye'de korunan alan yönetiminde ciddi sorunlar yaşanıyor: Bu sorunlardan ilki söz konusu alanların belirlenme süreci. Bu alanların biyosfer rezervi yaklaşımıyla yeniden belirlenmesi gerekiyor. Diğer önemli sorun ise korunan alanların planlanması sürecinde yöre halkının görmezden gelinmesi
ERAY ÇAĞLAYAN (Arşivi)   /  MURAT EMEKSİZ (Arşivi)
Biyolojik çeşitliliğin korunması ve yaşatılmasında korunan alanlar çok önemli rol oynar. Su, gıda, hava, sağlık gibi yaşamsal unsurların devamlılığının sağlanması açısından korunan alanların gerekliliği tartışılamaz. Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN), korunan alan tanımını “İlişkili ekosistem hizmetleri ve kültürel değerlerle birlikte doğanın uzun dönemli korunmasını sağlayan, yasal veya diğer etkin araçlarca tanınmış, adanmış ve yönetilen, açıkça tanımlanmış bir coğrafi alan” olarak yapıyor. Ülkemizde tüm sit alanları da dahil farklı kurumlarca ilan edilmiş 19 farklı koruma statüsünde 11 binin üzerinde korunan alan var. Statülerin çokluğuna rağmen bu alanların etkin bir şekilde korunduğunu ve yönetildiğini söyleyemeyiz. Pek çok alan, sahip olduğu “milli park, özel çevre koruma bölgesi” gibi statülerine rağmen epey tehditle karşı karşıya. Bu alanlar içerisinde nispeten en iyi korunabilenleri, Kara Avcılığı Kanunu’na dayanarak ilan edilen Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları. Bunlar bile son yıllarda hızla artan hidroelektrik santralleri (HES), barajlar ve madencilik faaliyetleri gibi rant kaygısıyla olduğu apaçık sözde yatırımlar karşısında bir bir tahrip ediliyor. Sınırlı kapasitesiyle bu alanları korumakla yükümlü Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü gibi devlet kurumları, sözde yatırımcılara karşı doğal mirasımızın yasal savunuculuğunu güç bela yapabiliyor.
Günümüzde Türkiye’de korunan alan yönetiminde ciddi sorunlar yaşanıyor: Bu sorunlardan ilki söz konusu alanların belirlenme süreci. Bu alanların biyosfer rezervi yaklaşımıyla yeniden belirlenmesi gerekiyor. Diğer önemli sorun ise korunan alanların planlanması sürecinde yöre halkının görmezden gelinmesi. Alanların planlama sürecinde sadece koruma işlevi önplanda tutuluyor. Çoğu zaman katılımcı planlama ve yönetim yaklaşımı gözardı edilerek bölgenin koşulları, yöre halkının yaşam geleneği ve mülkiyet durumu gibi mahalli koşullar dikkate alınmıyor. Yöre halkının fikirlerine, ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap vermeyen, bölge ve ülke koşullarından uzak merkeziyetçi planlar hazırlanıp uygulamaya konuluyor. Bu yaklaşımla korunan alan çevresinde yaşayan halk ve korunan alanlar arasında çatışmalar kaçınılmaz olur. Yaklaşım son yıllarda değişmeye başlasa da yeni yönetim planları yapılan korunan alanlarda daha katedecek uzun bir yol var. Kaldı ki tek biyosfer rezervimiz olan Camili Biyosfer Rezervi bile HES gibi faaliyetlerin tehdidi altında.
1992 Rio Konferansı ile gündemimize giren sürdürülebilir gelişme kavramı, tüm sektörlerin kendi işkollarında sürdürülebilir faaliyetlerini gerçekleştirmesi gereğinin altını çiziyor. Bu süreçle birlikte doğaya ve çevreye zarar vermeyen teknoloji, ekonomik büyüme ve gelişme arayışları, baskı gruplarının eylemleri sayesinde kamuoyu duyarlılığı artırıldı. Aynı duyarlılık turizmde de gerçekleşerek yaygın olan kitle turizminin yerini alabilecek arayışlar başladı. Sürdürülebilir turizm, gelişimi ekolojik olarak sürdürülebilir, etik ve sosyal açıdan adil olduğu kadar ekonomik açıdan uygulanabilir olmalı. Böylece sürdürülebilir turizm doğal, kültürel ve sosyal çevreyi birleştirir. Bu nedenle pek çok turistik bölgeyle özdeşleşen kırılgan doğal dengelere, özellikle doğal açıdan hassas alanlara saygılıdır.

Ekoloji ve ekonomi
Sürdürülebilir gelişme yaklaşımının doğa koruma alanındaki karşılığı olan biyosfer rezervi kavramı “biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığı arasındaki çatışmaların sürdürülebilir bir şekilde çözülmesine dönük temel bir yaklaşım” olarak 1970’ten bu yana gelişerek, korunan alanların planlanması ve yönetilmesinde örnek bir uygulama kabul ediliyor ve yaygınlaşıyor. UNESCO MAB (İnsan ve Biyoküre) Programı Dünya Biyosfer Rezervleri Ağı ile hem doğa koruma hem de sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek için model bölgeler oluşturulmasını teşvik ediyor. Biyosfer rezervleri kavramı esas olarak ekoloji ile ekonomi, sosyoloji ve siyaset arasında bağlantı kurulmasını içerir ve insanları biyolojik çeşitliliğin korunmasına katılmaya teşvik eder. Öncelik doğal alanın korunmasında olmakla birlikte, turizm pek çok biyosfer rezervinde önemli bir ekonomik etkinliktir. Rezervler içerisindeki doğal ve kültürel kaynaklar üzerinde çok fazla etkisi vardır. Eğer bu etki sürdürülebilir bir şekilde yönetilirse turizm bu alanların ekonomik ve çevresel korunmasına faydalı olabilecek bir potansiyele sahiptir.
Biyosfer rezervinin amacı, doğa koruma ve doğal kaynak kullanımı arasında uzlaşmayı teşvik etmektir. Bir biyosfer rezervi birbiriyle ilişkili üç farklı bölümden meydana gelir: Mutlak koruma bölgesi, tampon bölge ve geçiş /gelişme bölgesi. Mutlak koruma bölgesinde bilimsel araştırmalar, izleme çalışmaları ve zorunlu haller dışındaki insan faaliyetlerine izin verilmez. Burada ekosistem doğal gelişimine bırakılır. Mutlak koruma bölgesinin çevresinde sınırları açıkça belirlenmiş tampon bölge yer alır. Bu bölgedeki faaliyetler doğa korumaya destek olmalı ve koruma amaçlarıyla çelişmemelidir. Geçiş/gelişme bölgesi, mutlak koruma ve tampon bölgelerinin dışarıya doğru uzantısı olup tarım, yerleşim gibi geleneksel ve sürdürülebilir kullanım için ayrılır. Bugün dünyada 107 farklı ülkede toplam 551 biyosfer rezervi var.
Korunan bir alanın biyosfer rezervi olması önemli bir değişimi de beraberinde getirir. Örneğin, bu alanın planlanması ve bütün faaliyetlerin koordine edilmesi için yöre halkının, kamu kurumlarının, akademisyenlerin ve STK’ların katılımıyla bir komitenin oluşturulması gibi uygun yürütme mekanizmaların geliştirilmesi gerekiyor. Bu vesileyle yerel nüfus ve topluluklarla korunan alan arasında ortak akıl ve fikir birliği oluşturularak hayata geçirilmesi mümkün kılınabilir. Böyle bir yaklaşım azim, sabır ve yaratıcılık gerektirir. Dış baskı grupları ve yöre halkının doğal ve kültürel değerlere olan politik, ekonomik ve sosyal baskıları ancak bu yolla azaltılabilir.
Türkiye’de korunan alanların yönetim planlarının hazırlanma sürecinde, alanların koruma bölgelerinin belirlenmesi yaklaşımı yaygın bir şekilde benimsenmeye başladı. Milli parklar ve diğer korunan alanlar için yapılan zonlama/bölgeleme ile turizm faaliyetlerinin yapılacağı yerler belirleniyor. Biyosfer rezervi alanı olmamasına karşın Posof Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Küre Dağları Milli Parkı ve Kızılırmak Deltası bu alanlardan birkaçı. Ancak bu alanların yerel komiteler aracılığıyla yönetilmesi anlayışı birkaç alan dışında uygulama bulamıyor. Bu araçlar etkin bir şekilde uygulamaya geçtiğinde, hem alanları korumak hem de korunan alanların içinde veya çevresinde yaşayan halkın bu alanlarla ilişkisini düzenleyerek sürdürülebilir bir geleceğin nasıl daha iyi sağlanabileceği konusunda yol almış olacağız.

ERAY ÇAĞLAYAN: Doğa Derneği
MURAT EMEKSİZ:  Anadolu Üni.